Değerli okuyucularımız! Bu ilk yazımızla birlikte bu köşede beraber olacağız. Bir nebzede olsa çeşitli konular hakkında dinimizin bakış açısını yansıtma gayretinde olacağız.
Bu yazımızda hayat tarzımızı ve hayata bakış biçimimizi irdelemek istiyorum. Hayat nedir? Ve bu hayatta mutluluk ve huzuru nasıl yakalayabiliriz? Günümüz insanı için hayat, sadece maddi boyutuyla algılanan bir kavrama dönüştü. Bu yüzden çok para kazanmak, güzel evlere, pahalı arabalara vs. sahip olmak gerçekleştirilmesi önde gelen hedefler arasında... Bunlar, bir bakıma insani şeyler... Bu yüzden bu durumu anlayışla karşılayabiliriz. Yanlış olan bütün bunları “hayatın ana gayesi" olan şeyler olarak kabul etme tavrı... Hayata sadece bunları edinmek için geldiğimizi düşünmek şeklindeki yanılgı... Çünkü insan denen bir varlıktan söz ediyoruz. Onun sadece maddi varlığı yok ki yiyip içmekle, güzel bir evde oturmakla mutlu olsun. İnsan, sadece et, kemik ve sinirden mürekkep bir varlık değildir ki önüne bu hedefleri koysun. Bir zihin, bir gönül dünyası var insanın. Bu zihnin ve gönlün ihtiyaçları da sözkonusu... Karnı en leziz yemeklerle doymuş bir insanın duyacağı his, mutluluk değil, hazdır. Mutlu olmak, huzurlu olmak zihinle, gönülle, kalple alakalı kavramlar...
Nitekim aynı kişi, eğer o yemeği bir nimet bilerek yemişse, birileriyle paylaşmışsa, sonunda da şükretmeyi bilmişse, işte o zaman hissedebilir mutluluğu... İnsanoğlu bu son derece basit ve kolay uygulanabilir ilkeyi unutunca bu defa başka yerlerde arıyor huzuru... Kimi yogaya sığınıyor, kimi kapitalist kültürün insanı sadece zengin ve başarılı olmaya endeksleyen kişisel gelişim programlarında kendini gerçekleştirmeye çalışıyor. Ama ne yaparsa yapsın girdiği sokağın bir sonu olduğunu görüyor ve mutsuzluğu daha da artıyor. Oysa mesele “manevi” değerlere yönelmekte... Onları hayatın yaşama ilkeleri olarak görmekte... Bunun için uzağa gitmesine hiç gerek yok. Sadece eline bir hadis kitabı, bir iman aşkı veren kitabı alsa ve orda yazılanları kendisi için bir yol haritası olarak kabul edip, benimseyip uygulasa yetecek. Şimdi, bu anlamda bir misal verelim: Bir gün, bir adam Peygamber Efendimiz (sav)’in yanına gelerek "Size dünya ve ahiretle alakalı soracak sorularım var." der. Bunun üzerine Peygamberimiz o kimseye "Ne istiyorsan sor." buyurur. Adamın ilk sorusu tam da yazımızda sözünü ettiğimiz mesele ile ilgilidir. Şöyle der adam: “İnsanların en zengini olmak istiyorum." Hz. Peygamber, şu şaşmaz ölçüyü söyler: “Kanaatkâr olursan insanların en zengini olursun." Kanaatkârlığın “Elinde olanla yetinme." şeklindeki manasını bir de şöyle düşünelim: "Elinde olana razı olma." Meseleye böyle baktığımızda o kişi bu razılıktan dolayı huzur bulacak, huzursuzluktan uzak duracaktır. Böylece insan, nefsini dizginleyebilecek, ona hâkim olabilecektir. Elinde var olana sadece para, ev, araba olarak değil nimet olarak bakacaktır. Bu bakış ise kişiyi hem bu anlamda zengin hem de mutlu kılacaktır. Adam, bu minvalde daha pek çok soru sorar Peygamberimiz’e. Bunlardan biri de şöyledir“İnsanların en hayırlısı olmak istiyorum." Peygamberimiz(sav)’in cevabı yine çok nettir: “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır. Sen de insanlara faydalı ol."
Evet hayatı sırf maddeden ibaret bir şey olmayıp işin manevi boyutu olan ruh dünyamızı da düşünerek ve gereklerini yerine getirerek yaşayabilirsek işte o zaman mutluluğu yakalama yoluna girmişiz demektir. Hayatın asıl gayesi Yüce Allah’ı tanıyıp O’na ibadet etmek ve emirlerine bağlanmaktır.
Cenab-ı Mevla hepimize huzurlu, mutlu bir hayat yaşayabilmek için hayatın gayesini yerine getirmeyi nasip etsin.Amin…